İslam dünyası adına hareket ettiğini söyleyen ülkelerin siyasi yapıcıları ise etkin tedbirlere ön ayak olabilmiş değiller. Bu alanda Türkiye dışında dört bir yandan seferber olarak uluslararası aktörlerin kulağını çekmek isteyen bir ülke yok.
Vicdanlar kanıyor, neler yapılmalı?
Filistinliler kadın ve çocuklar başta olmak üzere geniş bir abluka ve saldırıyla karşı karşıya. On binlerce kadın ve çocuk katledildi ve edilmeye de devam ediyor.Bu çatışmaların ne dinle ne imanla bir alakası var. Ortada vicdanları kanatan bir vahşet söz konusu ve bu durumu hiçbir ahlak ve din kabul edemez Siyonist rejimin ortaya koyduğu vahşete karşı tek yürek olmak kadar. Küfrün tek millet olduğu bir süreçte sadece siyasal değil ekonomik tedbirlerle mücadelenin yolunun açılması da kaçınılmaz.
İsrail su olmadan bir adım atamaz
Bölgede terör estirmeye devam eden İsrail yönetimi sanıldığı gibi güçlü bir ülke değil. "Silahlar Amerika'dan lojistik ve gıda Avrupa'dan" şeklinde ekonomik yönde beslenmeye devam eden bu ülke aynı zamanda su fakiri ve su yüzünden çevre ülkelerle giriştiği savaşlardan da toprak kazanarak çıkmış durumda. Arap-İsrail savaşları olarak tanımlanan çatışmalarda su hep ilk gerekçe oldu.İsrail'e akan suyun kesilmesi demek İsrail'in boynunun sıkılması demektir. İsrail su olmaksızın bir adım atamaz.
Dünya ülkelerinden temin edilen lojistikle tarım ülkesi yapılmaya çalışılan İsrail'in amacı çevre ülkelere bağlı kalmadan kendi kendine yeter bir ekonomiye sahip olmak. Bunu temin edebilmek için de Yahudi destekçisi, siyon düşünceli ve Evanjelik ruhlu kurumlar da devreye girmiş vaziyetteler ve yıllardır bunu kendilerine amaç edinmiş durumdalar.
Boykot etkili değil mi?
Zaman zaman İsrail'in ekonomik yönden sıkıştırılması için yerelden başlayarak gıda ambargolarına ön ayak olunuyor.
İsrail ürünlerinin protesto edilmesi, İsrail firmalarına boykot düzenlenmesi gibi. Kimi çevreler bunun kısmi bir eylem olduğuna kanaat getirse de bunu denize atılan bir taş olarak değerlendirmek icap ediyor. Küçük de olsa geniş bir coğrafyada yayılan bu tarz eylemler dev dalgalar, tsunamiler oluşturabiliyor.
Örnek vermek gerekirse Filipinler, Malezya ve Endonezya gibi Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu ülkelerde başlatılan İsrail destekli firmalara boykot ses getirdi.
Türkiye'de de bu hassasiyete sahip tüm kesimler vahşeti kınarken İsrail yandaşı firmalara da boykot kararı alarak önemli bir etkinliğe imza attılar. "Müslüman haksızlık karşısında sessiz kalmamalı" düsturunu şiar edinen kesimlerin bu küçük eylemleri tüm alanlara yayılarak daha güçlü bir ses olarak çıkmaya başladı.
Finansal sonuçlar ortada
İsrail'in bölgedeki eylemlerine kapı aralayan, onların işgal sürecine ses çıkarmayan ve askerlerini besleyen firmalara karşı etkin yaptırımda bulunulması geri adım attırdı.İsrail sempatizanı şirketlerin bu tepkileri görmesi, özellikle yılın ilk yarı yılında finansal gelirlerindeki düşüşlere şahit olmaları bunun ne derece etkili olduğunu ortaya koydu.
İsrail destekçisi firmalar zarar yazmaya başlayıp ciroları azalırken global alanda kar kaybı yaşadıkları ülkelerde şirket üst yöneticilerini dahi değiştirmek durumunda kaldılar.
Aslolan yaşanan drama sessiz kalmamak, siyasal bir tesiste bulunulamasa bile bireysel bazda ekonomik hassasiyete sahip olabilmek.
Çatışmalar siyasal olsa da yaptırımların ekonomik olması kaçınılmaz. İsrail'de sadece vahşi ile masum karşı karşıya değil. Bölgede siyasal çatışmalar kadar ekonomik üstünlük mücadelesi de yaşanıyor.
İsrail’in ekononomik yönden belinin kırılması demek, bir daha eline silah alamayacak şekilde ayağa kalkamaması demek…